8 Şubat 2021 Pazartesi

MİLANO ... Kalabalık, Pahalı, Rengarenk ve Leziz şehir...

         Milano'yu şu ana dek üç farklı gün boyunca görme şansımız oldu. Biri hırka mevsimi denebilecek soğukta, biri şakır şakır yağmur altında (polisiye romanı gibi ... italyancada giallo) , biri de karanlık ve yağmursuz (fotoğraflarımız için güzel bir hava oluşturdu) depresyona sürükleyen bir günde idi. her birinde çok keyif aldık.

        26 Ekim 2019'da günübirlik gittiğimizde, eşimle en çok Duomo katedralini merak ediyorduk. Trenle Milano Merkez istasyonunda (stazione di Milano Centrale) indik. Olağanüstü güzellikte bir binaydı. Başımız yukarıda her yeri görmeye çalışıp bir yandan koşturduk çünkü bir gün herhangi bir şehire bile az gelecek iken, Milano'ya yetmeyeceğini hayli hayli biliyorduk. Aşağıda istasyonda Melih'in aceleyle çektiğim bir fotoğrafını görebilirsiniz. 

Melih merkez istasyonunda günün dönüşünde poz verirken

        Sokakları arşınlayarak Duomo'ya doğru yol aldık. Hakikaten de insan ne kadar araştırsa, baksa , hayal etse de ne hissedeceğini tahmin edemiyor. Mükemmel bir yapıydı. Binlerce ayrıntının bir araya geldiği hepsini incelemenin imkansız olduğu, hikaye dolu heybetli bir şaheser. Ayrıntıları kesinlikle başka yazıda anlatacağım.

        Duomo'yu öğrenmeniz için bir kaç alternatif mevcut.

        Sadece katedralin içine girip terasa ve müzelere girmeden gezecekseniz kişi başı 5 Euro,                         

        Katedralin içi ,Arkeolojik Müze, Duomo eserleri Müzesi, San Gottardo Kilisesi ve ekstra sergileri görecekseniz (teras dahil değil) kişi başı 10 euro,   

        Üstteki herşeyin yanında bir de asansörle çatıya çıkacaksanız kişi başı 20 euro , merdivenle çıakcaksanız 15 euro 

      Bütün bunları "hızlı geçiş" imkanı ile görece daha az sıra bekleyecekseniz ise kişibaşı 26 euro'ya yapabilirsiniz.

        Fast Track imkanında bile yine bilet faslının sizi 45 dakika oyalayabileceğini unutmayın.

       Ayrıntılı bilgi ve bilet satışı için :  Milan Duomo Bileti bağlantısına tıklayabilirsiniz.

        Teras görülmeye değerdi. Yapının tarihi ve sanatsal boyutuna kesinlikle başka bir yazıda değineceğim.

Teras oldukça kalabalık insanların görünmediği bir fotoğraf çekmek zor.


        
Her esere yakışan bir Melih...
    Her ne kadar teras keyifli de olsa, en çok   katedralin içi beni büyüledi. Zamanı çok az olan   insanların sadece 5 euro katedral giriş ücreti  vererek hızlı bir gezi yapması mantıklı olacaktır.   O  rengarenk ve uzun ince vitraylara (vetrate) bakmaya  doyamadım. Zaten zamanında her giren insan huşu içinde kendini kaptırsın, mekanın oluşturduğu o manevi his insanları tapmaya hazır hale getirsin diye bu şekilde tasarlanmışlar. İnsanlar şunu desin istemişler "Evet Tanrı dünyada kendine bir malikane yaptırsaydı, kesin böyle bir yer olurdu." Vitraylardan yere vuran o renkli ışıklar, sesinizin mekanın içinde dağılışı, büyüklüğüyle hissettirdiği ve sizi küçücük hale getiren gücü.. Burada ruh halinizin değişmemesi çok zor. Mekanın algınızı alıp götürmesine izin veriyorsunuz. Kapıdan girdiğiniz an, dışarıdaki her şey ile ilişiğiniz kesilebilir.

         
İşte bu penceredeki her bölme apayrı bir hikaye. Katedralde 55 ayrı alanda binlerce vitray görebileceksiniz. Hepsine göz atmanız için yeterli zamanı da bulamayacaksınız.

        Yapıyı iliklerine dek gezdikten sonra, yorgunluk kahvesi içmek istedik. Her ne kadar İtalya'da olup Starbucks kahvesi içmeyi eleştirseniz de, buradaki Starbucks öyle sıradan bir yer değil. Hatta şöyle ki Milano'da kesinlikle görülmesi gereken yerleri saysak dahil edeceklerimden biri olurdu. Aslında çok da ikna etmek için kasmayayım, bir fotoğraf paylaşsam yeterli olacaktır. Lütfen geldiyseniz burada bir kahve için, içmezseniz de şöyle bir göz gezdirip çıkın. Pişman olmayacaksınız.
Kahve yanınızda dev bir değirmende öğütülüyor, atmosfer inanılmaz.

Chai Tea Latte yanında, herhangi bir latte ve keyif...
           
            Kahvelerin ardından Duomo'nun yanındaki Galleria Vittorio Emanuele II (dünyanın ilk avm'siymiş ya -1865) 'ye girdik. Oldukça yüksek bir yapının içinde olanca kalabalığı ile mağazalar ve restoranlar dizili. Bakana keyif veren bir simetrisi var. Aşağıdaki kuşbakışı fotoğrafta dört farklı noktadan giriş ve çıkış yapılabildiğini göreceksiniz. O büyük kapısı Duomo ile aynı meydana bakıyor (Piazza del Duomo).
Esas güzelliği içinde ancak boyutları ve lokasyonu güzel anlatıyor bu resim

Her ne kadar muhteşem güzellikte de olsa bu eski alışveriş merkezini gezmeniz 15 dakika sürecektir.
        Öğlen atıştırmalığı için seçtiğimiz yer şu herkesin gittiğinde mutlaka denediği "Luini" de panzerotti yemek oldu. Evet gerçekten de lezzetli. Özellikle Türk damak tadına çok uygun. Annelerimizin yaptığı hamur kızartmasının daha az yağlı ve içi dolu olanı. Fırında ya da kızartılmış isteyebiliyorsunuz. Çok fazla çeşit var, biz ıspanaklıyı (spinaci) ve domatesli mozarellalı olanını (pomodoro,mozzarella) yedik. Domates ve Mozzarella'yı şüphesiz tavsiye ederim. Ortalama boyutta midesi olan ve aç bir insansanız kesinlikle iki tane almalısınız. Aksi halde yetmeyecektir. Fiyatını da 2.5 Euro olarak düşünüp gidebilirsiniz.
Aç bireyler Luini'ye saldırıyor...

        O günün son durağı Navigli oldu. Navigli dallı budaklı barlar bölgesi. Aperativo (İçerken açık büfe ya da sunulan atıştırma tabağından faydalanmak) için mekan mekan bakındık. Maalesef gönlümüzden geçen yerlerde yer bulamadık :) Oldukça kalabalık. İki yer gördük biri oldukça güzeldi ancak ikincisi bir nevi fiyasko.
        İlk oturduğumuz yer Prima adlı bar oldu. Keyifli bir kokteyl deneyimi için tercih edebilirsiniz. Haftasonu gidiyorsanız mutlaka online rezervasyon yapmalısınız. Mekanı şu linkten inceleyebilirsiniz :işte buradan!
        Rahat battığı için denediğimiz yer de Blues Canal Navigli oldu. Açık büfedeki yiyecekler iştah açıcı değildi ancak yer sıkıntısı bizi buraya yönlendirdi. Aslında o kadar boş olmasından anlamalıydık belki de. Fiyatlar fena değil, konsepti olmayan Navigli'nin o havasını yansıtmayan bir yerdi. Nereye gitmesem derseniz şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz : Blues Canal


İşte nargile koysanız sırıtmayacak bir mekan Blues Canal. Masaya kağıt sıkıştırmanız gerekir ya sallanmasın diye. Öyle bir yer. Daha çok gömebilirim ama hadi yetsin bu.


            Milano'da bir başka gün Spice Hotel Milano adlı yerde kalmak üzere rezervasyon yaptık. İki kişilik oda için 40 Euro verdik, üç yıldızlı ve yorumları iyi olan bir otel için aşırı düşük bir fiyat. Yeri de muazzam. Ancak burada kalamadık, tadilat nedeni ile bizi ekstra ücret ödemeden Just Hotel adlı otele aktardılar. Just Hotel kesinlikle o fiyata kalınması çok zor bir yer. Konumu mükemmel, personel ilgili, odalar küçük ama temizdi. Olabilecek en uygun bütçe ile gezi planlıyorsanız ve Hostel tarzı bir yerde kalmak istemiyorsanız , Just Hotel beklentilerinize uyacaktır. İşte size link :  just hotel ...
        Bizim gibi bir çok çift konaklıyordu. Tabi Normal konaklama ücreti 70 Euro. Burada 40 Euro'ya konaklamak bizim balımız oldu. Bir de o şehire ziyaret ettiğiniz için, herhangi bir otelde olsanız da ödeyeceğiniz konaklama vergisi (kişi başı 5'er Euro) alınıyor. Onun dışında otopark da geceliği 26 Euro olarak ücretlendirilmiş. Otelde otoparkı kullanmadık Melih şehri talan etti ve ücretsiz araba park edebileceği bir yer buldu. 👏👏👏
    
        Otelden yürümeye başlıyoruz. Gittiğimiz yer Bosco Verticale (dikey orman). Bu bina normal ailelerin yaşadığı bir apartman aslında. Özel olma sebebi de işte her balkonundan dışarı fışkıran ekili ağaçlar olması. Hatta apartman sakinlerinin baya sineklerle başı dertteymiş. İnsanlar bu binayı seviyor, yeşili görmenin verdiği mutluluğu hissediyorlarmış. Kışın gittik ancak, yaz mevsimindeki haline de bakıyorum, bana bazen kimsenin "çirkin" demeye cesaret edemediği bir yer gibi geliyor. Yazın yine yeşillikler arasında bi derece beğenilir ancak kışın yabani ve dev bir ot gibi kirli bir görüntü sunuyor.
İşte Bosco Verticale....Solda yazın sağda da kış ve sonbahardaki halini görebilirsiniz. 

        Bana sorarsanız Bosco Verticale "emek harcadık beğenmeliyiz" şeklinde reklamı yapılmış bir bina. Tasarım ödülleri de var ancak şehrin görüntüsüne hiç uymuyor. Aynı bölgede (Porta Nuova) daha güzel olduğunu düşündüğüm binalar IBM binası, UniCredit Binası ve Palazzo Lombardia...
IBM ve UniCredit Binaları

    Soldaki resimde UniCredit Binası İtalya'nnın en yüksek binası oluyor. Yanındaki İspermeçet balinasının vücudunu andıran bina da IBM. Unicredit aynı zamanda İtalya'nın en büyük bankası. 2012 yılında Emporis Gökdelen Ödülü (evet böyle bir ödül var) almış. Tamamen led aydınlatmaya sahip olan binayı özel günlerde oldukça şenlikli ışık gösterileri için kullanabiliyorlar. IBM binası da çok güzel aslında ancak yağmur nedeniyle renklerini yitirmiş duruyor. 
    Burada, iki binanın önünde alışveriş mağazalarının bulunduğu havuzlu bir meydan var. Dilerseniz burada Tesla mağazasında Tesla araçlarını kurcalayabilir, tasarımını inceleyebilirsiniz. Elon Musk resmen iki tane farklı model (Model 3 , Model x) aracı halka oyuncak etmiş. Kimse size karışmıyor istediğiniz gibi inceleyebiliyorsunuz.
   

Tesla Modellerinden X; kanat kapılı, dehşetengiz, ultra güzel bir araç

        Tesla'nın bulunduğu bölgenin adı Piazza Gae Aulenti. Buraya yakın hoşumuza giden bir diğer bina da Palazzo Lombardia. Unicredit öncesinde en yüksek kule burasıymış. Oldukça estetik bir yapı. Bir çok yerde fotoğrafını görmüş olmalısınız.
Palazzo Lombardia

    Meydanı gezdikten sonra istasyon yakınlarına çizilmiş Street Art'ları görerek Duomo'ya yürüdük. Duomo'nun akşam halini de yakalamak istiyorduk. Normalde İtalya'da şu ana kadar gördüğüm tarihi yapılarda loş tuturuncuya yakın ışıklandırma hakimdi ancak Milano'da Duomo Katedrali elf ışığı gibi bembeyaz ve yoğun seçilmiş. Tüm ayrıntıları görebileceğiniz şekilde geceleri parlamaya devam ediyor.
Duomo ve Galleria Vittorio Emanuele II arasında kalmış bir Melih

    Corona döneminden dolayı yeme ve içme yerleri 18:00'den sonra kapanıyor. O saatleri aşınca civarda beğendiğimiz sokaklarda rastgele dolaşıp, bazı mağazaları gezdik. Bunlardan biri Lego Store'du. Vaktiniz olursa konumuna şuradan ulaşabilirsiniz: Lego Store Milano .Burada limitli üretim bazı legoları görebildik özellikle hoşumuza giden katedralin lego versiyonu oldu.
Duomo Lego Edition

    Sokağa çıkma yasağına uyarak gezimize ertesi gün devam ettik. Öğlen yemeği için Berbere adlı pizzacıda rezervasyon yaptık (en erken 12:30'da yer ayarlayabilirsiniz). Burası şu ana dek hem gözümüzü hem gönlümüzü en iyi doyuran pizzacı oldu. Bologna çıkışlı bir pizzacıymış. Muhteşem bir lezzeti var. iki adet pizza söyledik. 
Yemeye kıyamazken...
    Melih; Diavola'yı yani: baharatlı salam, bol domates ve mozzarellalı pizzayı denedi.
    Ben de Cotto e Funghi aldım; Izgara jambon, mantar ve kaşar peynirliydi (bildiğimiz kaşarlı pidedeki kaşar ile aynı tat)
    Mekanda önce bira söyledik, biralar inanılmaz güzeldi. Anlatılmaz yaşanır cinsten. Pizza da beklentilerimiz çok yüksek olmasına rağmen ilk ısırıkta içimiz gitti. En keyif aldığım pizzaydı. Umarım daha iyisini bulurum ama yolunuz düşerse  burayı kaçırmamalısınız. Hamuru inanılmaz güzel. Yoğun ve çıtır kenarlı, yağ-tuz-peynir her şeyi tam kıvamında. Yemeye kıyamayıp yanında uyunacak bir pizza varsa o da budur muhtemelen. Çok güzel doyduk burada. Toplamda 3 bira, 2 pizza, 2 espresso'ya 42 Euro ödedik. Değer mi? Hell Yeah! Tabi ki.
        Yemekten sonra Sforzesco Şatosuna gittik. Şu anda bahçesini gezebiliyorsunuz sadece, ancak normalde çok geniş bir sanat müzesini barındırıyor. Heybetli ve çok güzel bir yapı, etrafında gezerken at koşturma hissi içinize dolabilir. Bu kale Fontana di Piazza Castello adlı meydan havuzuna açılıyor. şehrin en simetrik en güzel noktalarından biri. 
Sforzesco Şatosunda bir Melih

Şatonun açıldığı havuzlu meydan



        

24 Ocak 2021 Pazar

ENSTLASYON NEDİR? (INSTALLATION)

         

    Enstalasyon; mekana özgü olan, mekanın algısını değiştiren üç boyutlu sanatsal çalışmalardır. İç mekanlar için uygulanır. Dış mekanda değiştirilen alan için "kamusal sanat" ifadesi kullanılmaktadır. 

             Enstalasyon geçici ya da kalıcı şekilde düzenlenebilir. Günümüzde video, ses, performans, sanal gerçeklik, medya vb iletişimsel olgular enstalasyon çalışmalarında sıklıkla kullanılmaktadır. New York Doğa Tarihi Müzesi (New York's American Museum of Natural History) bir çok Enstalasyon çalışmasına ev sahipliği yapmaktadır. Burada eserler olabildiğince gerçekçi bir atmosferde sergilenmek üzere konumlandırılmıştır. 

            Enstalasyon (Yerleştirme) sanatı 1970 yıllarında ön plana çıkmıştır ancak çok daha önceden ortaya çıkan bazı Kurt Schwitters ve Marcel Duchamp eserleri  gibi eserler de enstalasyona örnek verilebilir. (Marcel Duchamp; 1917'de rezervuarı sergileyen sanatçımız)

            Enstalasyon heykel gibi geleneksel sanatlardan kopuşu ve kavramsallığı temsil eder. Terimsel olarak Oxford sözcüğüne eklenmesi 1969 yılına tekabül eder. Aslında tarih öncesinden beri benzer örnekler bulunabilir ancak yirminci yüzyılın ortalarında farklı bir sanat dalı olarak sayılmaya başlanmıştır. Bu sanat dalının birden fazla duyuya hitap edebilmesi daha olasıdır.

        Enstalasyon ve tiyatro arasında güçlü bir paralellik vardır. Her ikisinde de anlatının deneyimine katılan izleyicinin belli bir dereceye dek öz kimliğini sürdürmesi istenir. Ayrıca her ikisinde de izleyici yaratılmış bir deneyim yaşayacağının bilincindedir. Bu yüzden hali hazırda bir algı ile gelir. İzleyici oluşturulmak istenene kendini bırakır. Bazı eserlerde izleyici kendi bedeni ile esere müdahale edebilir.

        Enstalasyonda bir çok sanatçı izleyiciyi eser ile beraber mekana yerleştirmek, deneyimin içine katmak, sanatın bir parçası haline getirmek istiyor. Bu amaçla günümüzde multimedya ve diğer dijital teknolojiler çok sık kullanılmakta. Bu tür çalışmalara da Etkileşimli Enstalasyon (Interactive Installation) deniyor. Seyirci bazen cep telefonundaki uygulama ile bile, esere müdahale edebiliyor. hatta birden fazla kişinin müdahalesi ile etkileşim yüzlerce insana ulaşabiliyor.

        Örneğin Maurizio Bolognnini'ye ait "Programlanmış Makineler (Le Macchine programmate) eserinde isteyen herkesin cep telefonu ile katılıp özel yazılımlar yardımı ile duvarlarda ışık gösterileri oluşturabilmesine olanak tanınmış. 

    Enstalasyon sanati dediğimizde özellikle on isim sınırları zorlamaktadır. Bunlardan ilki Kurt Schwitters'tır. Özellikle kağıt artıkları ve ahşap parçalarını kullanır. Kendi sanat stüdyosunu bir enstalasyon alanına dönüştürmüştür.
         Stüdyosuna "Merzbau" adını verdi. Stüdyoda yıllar boyunca sürekli değişen bir kolaj kompozisyonu oluşturdu. Bu şekilde sekiz odayı birden kullandı. Kolajına Nazi Almanya'sından Norveç'e kaçmak zorunda kaldığı 1937 yılına dek devam etti. Müttefik bombalaması esnasında bu büyük sanat da yok edildi. Daha sonra görmek isteyenler için eski stüdyonun fotoğraflarından yola çıkarak bir replikası yapıldı. Hannover'da Sprengel Müzesi'nde sergilenmektedir.
        
        Yayoi Kusama da 1965'ten beri izleyicisinin hayal gücünü yakalayan ikonik bir enstalasyon sanatçısıdır. Eserlerinde aynaları duvar olarak kullanmakta sınırsız bir algı oluşturmaktadır.
        Yüzlerce asılı feneri ve su zemini ile "infinity mirrored room" günümüzde oldukça popülerdir. Kusama aynalarla kandırır ve şiirsel sanat enstalasyonları yaratır. Fotografik açıdan harika bir malzeme sunar ve belki de bu yüzden sosyal medya fenomenlerinin gözdesidir.




           Marcel Broodthaers 27 Eylül 1968'den itibaren bir sene boyunca Brüksel'deki kendi evinde kurduğu Modern Sanat Müzesinde (Musee d'Art Moderne, Departemend des Aigles) "Kartallar Bölümü" adlı departmanı işletti. Bu müzede bir çok farklı unsur bulunuyordu. Kartpostallar, merdivenler ,boş sandıklar... Aslında sanat ile alay etmek istemişti hatta sergisi beğenildiğinde "gerçekten samimiyetsiz işlerle prim yapıp yapamayacağımı görmek istiyordum ve görmüş oldum "demişti. Bu açıklaması bile sanatının popülaritesine engel olmadı. 
        Bir çok müzeyi eleştirmiş, müzelerin gayrı meşru şekillerde eserlerde değer algısı yaratmasına karşı çıkmış , bunu da kendi aynı gayrı meşruluğu yaparak göstermiştir.
        
        Gordon Matta-Clark mimari konusunda derin bir anlayışa ve bilgiye sahip Amerikalı sanatçıdır. 1974 yılındaki sanat enstalasyonu Splitting bir kentsel protesto eylemidir. Spekükasyonlarla satın alınan bir araziden, sahipleri aniden tahliye edilmiş, eşyalarını bırakıp gitmek zorunda kalmışlardı. Matta-Clark bu acelecikleri karşısında sarsıldı ve evi ikonikleştirecek bir filme ilham buldu. Filmde kendi oluşturduğu devasa yarıklardan odalara sızan ışık ve havayla hem iç dünyasının hem de oradan taşınan ailenin parçalanmasını yansıtmak istedi. Belgeleri de izleyiciye sunarak olaya dahil etti. Bu videoyu izlemek isterseniz aşağıda görebilirsiniz.




        Judy Chicago Amerikalı sanatçı, feminist ve yazardır. "The Dinner Party" adlı eseri ile fenomen hale gelmiştir. Bu enstalasyon 39 kişilik üçgen bir ziyafet masasından oluşur. Her sunum tarihi veya efsanevi bir kadın figürünü onurlandırır. Her figür için derinlemesine kişisel bir sofra hazırlanmış. Sanatçılar, Tanrıçalar, akademisyenler ve aktivistlerden bahsedilmiş.Tabaklar kadınlığı tmsil eden kelebek benzeri formlarla tasarlanmıştır. İşlemeler de bütünlük de o kadının o tarihteki yaşamına ve tarzına göre olağanüstü ayrıntılı oluşturulmuştur. Masanın oturduğu zemin ise beyaz karoda ismi altın harflerle yazılı olarak 999 kadını daha onurlandırır. İğne işi ve heykel uzmanlıkları ile katkıda bulunan 400 kişinin yardımı ile oluşturulmuştır. Bir süre gezici şekilde sergilendikten sonra şu an Brooklyn Müzesi Feminist Sanat Merkezi'nde kalıcı olarak sergilenmektedir.(Brooklyn Museum's Center for Feminist Art)








BRESCIA

             İtalya'nın bahsedilmeyen şehri: Brescia...

            Eşimin expat olarak gönderilmesi ile tanıdığımız, tanımaya devam ettiğimiz şehir Brescia. 

            İtalya'ya gitme ihtimalini öğrendiğimizde çok hızlı kabul ettik, çok da güzel oldu. Fakat gideceğimiz şehirle ilgili İtalya'nın diğer yüzüne kıyasla oldukça az bilgi vardı internette. Tabi İtalyanca dilinde yazılmış olanları saymazsak. Nereye gideceğimizi soranlara söylediğimizde de sadece futbol maçlarını izleyenlere aşina geliyordu Brescia. Ben hayatımıza girene dek duymamıştım bile. 

          Brescia; Kuzey İtalya'da Lombardiya bölgesinde yer alan 196 bin kişilik nüfusa sahip bir şehir. Lombardiya'da Milano'dan sonra en yüksek nüfusa sahip. Burada tanıştığımız Adanalı bakkal Sermet Abiye göre, çok Türk yaşamıyormuş Brescia'da. "45 kişi filan olmalı" diyor. Ne kadar doğru bilmiyoruz ancak 100'ü geçmez, o kesin.   

            Talihsiz bir dönemde taşındık buraya. Corona döneminde. Kendi bölgemizde gezebildiğimiz çok kısa bir dönemden sonra, şehir dışına çıkmak da yasaklandı. Corona'nın canhıraş şekilde bulaşmaya çalıştığı İtalya'nın en tehlikeli noktası burası. Zaten eşim de Mart ayında ilk hastalık geçirenlerden. Etrafa çok gidemediğimiz için şehri karış karış gezmeye çalışıyoruz. Bu nedenle olabildiğince çok şey öğrenip, sınırlı alanda en azından Brescia ile ilgili dünyamızı büyütüyoruz. 

            Brescia neşeli, muhabbetli, sportif iinsanlarıyla tam anlamıyla güzel yaşayan bir şehir. Yedikleri güzel, içtikleri güzel. İtalya'nın diğer şehirleri gibi diyebiliriz. Ancak sanayi bölgesi olduğu için maddi geliri görece yüksek insanlara ev sahipliği yapıyor. 

            Brescia'da yaşarsanız ya da buraya yolunuz düşerse neler yapabilir, neler görebilirsiniz, bu konuda uzun bir rehber oluşturmaya çalışacağım. Her aktiviteyi ben de yapamadım ama araştırmaya çok vaktim oldu. Güzel bir şehir. Bilmeye ve görmeye değecek oldukça çok özelliği var. Umarım okuduklarınızı en taze haliyle tecrübe edebilirsiniz.

              Brescia, ismini kurulduğu tepeden alır. Yani Brixia.Bu kelimenin çok eski bir kökeni olduğu tahmin edilir. Keltçe ya da Ligurya olduğu konusuna eğilen araştırmalar mevcuttur. "Yüksek yerler" anlamına gelir. Keşfedilen ilk yerleşim Tunç Çağı'nın sonlarına dayanıyor (MÖ 1200-Liguryalılar) . Daha organize bir yerleşim haline gelmesi Romalıların işgali ile olmuştur.

            Şehir Maddalena Dağı'nın eteklerindedir. Bu dağ şehirle öyle iç içedir ki, Brescia Dağı olarak da bilinir. Yemyeşil şehrin akciğerleri bu dağın ormanlarıdır.

            Mevsimlere göre yağmur neredeyse eşit dağılmıştır. Yaz mevsimleri oldukça sıcak geçer. Sık sık soğuk ve sisli günler görülür. Akdeniz iklimine yakındır. Bunu dağlarda yetişen zeytin ve defne ağaçlarının bolluğundan anlamak mümkündür.

            Brescia ismi ilk olarak Venedik Antlaşmalarında görülür ve Bresa ya da Bressa olarak geçer. Olası bir Venediklileştirme ile "Brexia" formunu almış daha sonra günümüz kullanımı Brescia'ya geçmiştir.

            İtalyan şair Giosue Carducci eserlerinde Brescia'dan "Dişi Aslan" diye bahsetmiş ve sonrasında bu ünvan şehir ile özdeş hale gelmiştir. Şehrin arması 25 Haziran 1925 tarihinde kararname ile yayımlanmıştır.

             Brescia 3 bin yıldır değişen ve gelişen mimari tarzları bir arada görebileceğiniz zengin bir kenttir. Bazı araştırmacılara göre Kuzey İtalya'nın en yüksek tarihi tabakalaşması burada görülebilir.

             2011'de Paris'te gerçekleşen Dünya Mirası Konferansında Brescia'nın tarihi anıtlarının bazıları Dünya Mirası listesine girmiştir. 

            Bunlardan ilki Cumhuriyet Mabedidir ( il Santuario repubblicano di Brescia)

          M.Ö. 1.yy'da inşaa edilmiştir. Stili Pompeii'deki antik şehir kalıntıları ile karşılaştırmalı incelenebilecek benzerliktedir. Zemin mozaiktir ve duvar fresklerinin orjinalleri görülebilir. Sadece bir bölümü ziyarete açıkken, diğer bölümlerde arkeolojik kazılar devam etmektedir. Yapıda bir çok yivli sütun bulunur. Freskler günümüzde zeytinyağı ve balmumu karışımı ile sırlanarak korunmaktadır. Gezmeye açık olan salon mükemmel şekilde korunmuştur.  Duvar dekorasyonu MÖ 89-75 yılları arasında yapılmıştır. Çizimlerdeki derinlik odanın daha büyük göründüğü yanılsamasını yapmaktadır. 


Bir diğer UNESCO miras listesi alımı "Il Capitolum" için olmuştur.  MS 73 yılında İmparator Vespasian zamanında inşa edilmiştir.

İmparator Vespasian'a adanmış bir alınlık bulundurur. Neredeyse tamamı Cidneo Tepesindeki bir heyelan tarafından gömülmüştü ancak 1823'te Brescia Üniversitesi onu tekrar gün yüzüne çıkardı. 
    Kazı sırasında görkemli bir bronz heykel bulundu. Bu heykel "Brescia'nın kanatlı zaferi (Vittoria alata di Brescia) diye bilinir . Brescia'daki Santa Giulia Müzesinde sergilenmektedir (Bu heykel ayrı bir blog yazısında ayrıntılarıyla anlatılacak)

1830'da Capitolum civarında yapılan kazılarla, bölgenin ilk şehir müzesi olan Museo Patrio için eserler bir araya getirilmiştir. Üstün teknoloji ile korunmaktadır. Tapınak Tanrılardan Jüpiter, Juno ve Minerva 'ya adaklar adanarak oluşturulmuştur.








   Brescia'ya her yerden görülebilen Cidneo Monte tepesinin üzerinde tarihi bir kale hakimdir. 

(YAZI GÜNCELLENECEKTİR)

ÇİKOLATA ALYONKA

 

Alenka( ya da alyonka) Mazi dolu bir çikolata....


    Bugün avare avare dolanırken , bir Rus marketine rastladık. Sadece Rusya değil Balkanlardan gelen oldukça çok ürün satılıyordu. Bunların yanında Türklerin baklavalık yufkasını bile gördük.

    Brescia'da yaşıyoruz ama Corona nedeniyle geldiğimizden beri gönül rahatlığı ile gezemedik. Şimdi de bölgelerden en tehlikelisi ilan edilen Lombardiya'da anca kendi mahallemiz ve çevresini dolanabiliyoruz. Olduğu kadar, olmadığı kader derken market market geziyoruz. 

    Gezimize alışveriş çantası almadığımız için birer çikolata alıp çıkalım dedik. Bu tatlı ambalajlı çikolata direk merakımı çekti. Adı; Alenka. Çok yaygın bir Rus ismiymiş. 

    Akşam kahvemin yanına direk açtım. Kalitesi güzel ancak çok şekerli olduğunu söyleyebilirim. Çok az yemek gerekiyor, aksi halde bayıyor. Çikolatanın tadı; sütün ve şekerin tadına göre çok geride kalmış.

       

    Rusya'da çocukların baş örtüsü ile görülmesi (Maşa ile Koca Ayı çizgifilminde görmüşsünüzdür) sevimsiz bir olay değil , çünkü bir ideolojiyi yerleştirmek için değil, çocukların kafası üşümesin diye takılıyor. Zamanında dört yanı Müslüman ülkeler ile çevrili olduğu için Rusya'da baş örtüsü normalleşmiş ancak, Pagan dini döneminde de sırf soğuklardan dolayı oldukça kullanılan bir aksesuarmış, en yüksek devrine de Ortadoksluk ana din haline geldiğinde ulaşılmış. O zaman gerçekten de çıkarılması günah olan bir kıyafet haline gelmiş.

    Şu an Müslümanlık ile özdeşleşmiş olsa da zamanında bir çok kültürde baş örtüsü kullanılmaktaydı. İnsanların bere gibi bir alternatifi yoktu ve dışarıda işlerini donmadan halledebilmek için böyle bir kıyafete ihtiyaç duyuyorlardı. 

    Aynı zamanda yemek ve ısınma için ev sobalarının kullanılması da baş örtüsü kullanımına bir sebepti. Kadınların saçları eğilip kalkarken ateşte tutuşabiliyordu. Bunun da önüne geçmek için saçlarını bir örtü ile toplamaları gerekiyordu.

    Öyle böyle derken bir çok kültür kafalarını sıcacık tutmanın alternatif yollarını buldu. Ancak maalesef ideolojik olarak kullanılmasının yolu çoktan açılmış oldu.

     Alenka;1966 yılında Moskova'nın Krasnij Oktyabr (Kızıl Ekim) fabrikasında üretilmiştir. Çikolata adını Uzaya çıkan ilk kadın olan kozmonot Valentina Tereshkova'nın kızından almıştır. Bu fabrikanın ürettiği çikolatalar sosyalizmin çöküşünü ve ekonomik karmaşanın atlatılıp güzel yılların geldiğini haber verir. 1964-1982 yılları Sovyet Rusya'nın refah dönemiydi ve üç farklı koşulu gören insanlar rahatça nefes alabildiklerini fark etmişlerdi. Rusya'nın yaygın olarak sevilebilecek ve uygun fiyatlı bir sütlü çikolataya ihtiyacı vardı. Bunun neticesinde oluşturulan ihalede de üretim hakkını Krasnij Oktyabr kazandı. Her ne kadar ismini kozmonotun kızından alsa da çikolatanın kapak yüzü bir başkası olacaktı. Bir çok tasarımcı çikolatanın nasıl olması gerektiği konusunda kafa yordu. Aslında Alenka yerine düşünülen diğer bir alternatif de Viktor Vasnetsov'un ünlü “Alyonushka” tablosuydu... Fakat tabloda ayakları çıplak olan kız, ideolojilerine ters düşüyordu. Sovyet çocuklarının ayakkabı sıkıntısı çekmediğinin bilinmesi gerekiyordu. Daha güçlü, daha sağlıklı ve daha umutlu olunmalıydı.

   Fabrika 1965'te verdiği yarışma ilanıyla beraber aradığı çikolata kızını da bulmuş oldu. Bir fotoğrafçı kendi kızmının resmini çekerek göndermişti. Bu kız parlak mutlu gözleri ile kadraja bakıyordu. Bir çok tasarımcı onun kullanılması konusunda hem fikir oldular. Ancak saçlarını sarıya,  gözlerini ise maviye çalan tonlarda değiştirdiler. Bu değişiklikler ileride fabrikayı Elena Gerinas'a 5 milyon ruble ödemekten kurtaracaktı. Zira 2000 yılında ünlü bir fotoğrafçı olan babası tarafından çikolataya reklam yüzü yapılan Elena;  yüzünün kullanılmaya devam etmesi için dava açıp para talep etti. Farklılıklar sebebi ile dava düştü ve Elena ya beş ruble bile ödenmedi. Yargıçlar tasarımın farklı esinlenmeler içerdiğine ve tek bir kişiye ait olmaktan uzak olduğuna karar verdi.

    Elena Gerinas davasından sonuç alamadı , Moskova'da sıradan yaşamına döndü ve eczacılık yapıyor. Ancak hala daha Rusya'nın en bilinen kadın yüzlerinden biri olarak anılıyor. 



                Resmin orjinali o kadar tatlı ki, değiştirmeseler daha mı iyiymiş diye düşünmedim değil. Yine de hikayesi ve Ruslar için anlamı çok güzel. Bir Eti cici bebe tatlılığı olmasa da , kalbı sıcacık yapan bir tasarım. Merak edeniniz varsa , imkanım olduğu sürece size de bu çikolatadan gönderebilirim. Denemek istemez misiniz? Belki de çok seversiniz...